-Türkiye Ziraat Odaları Birliği Başkanı Bayraktar:
-''Açlık tehdidi artık belli bir coğrafya ile sınırlı
olmaktan çıkmış olup, insanlığın geleceğindeki büyük
çatışmaların yaşanacağının işaretlerini vermektedir''
ANKARA 16.10.2011 - Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, açlık tehdidinin artık belli bir coğrafya ile sınırlı olmaktan çıktığını, insanlığın geleceğindeki büyük çatışmaların yaşanacağının işaretlerini verdiğini söyledi.
16 Ekim Dünya Gıda Günü, Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin ev sahipliğinde Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü FAO ile TZOB’un ''Küresel Gıda Fiyatları: Krizden İstikrara'' temalı toplantısıyla kutlandı
TZOB genel başkanı Şemsi Bayraktar, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının yeni hizmet binası toplantı salonundaki etkinliğin açılışın konuşmasında dünyada açlık ve yetersiz beslenmeden etkilenen insan sayısının 2010 yılında 925 milyona ulaştığını belirterek, Somali ve bazı Afrika ülkelerinde yaşanan açlık ve kıtlık sonucunda acı tabloların ortaya çıktığını anlattı.
Bayraktar açış konuşmasında şunları kaydetti.
Bilindiği gibi, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), 16 Ekim 1945 yılında, insanların beslenme düzeylerini ve yaşam standartlarını yükseltmek, tarımsal üretimi arttırmak ve kırsal nüfusun koşullarını iyileştirmek amacıyla kurulmuştur.
FAO’nun kuruluş günü olan 16 Ekim tarihi her yıl dünyada GIDA GÜNÜ olarak çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır.
Dünya Gıda Günü’nü bu yıl Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin ev sahipliğinde “Küresel Gıda Fiyatları: Krizden İstikrara” teması altında FAO ile birlikte düzenlemekten duyduğum memnuniyeti ifade etmek isterim.
Bu anlamlı günü, Somali ve diğer bazı Afrika ülkelerinde geçtiğimiz aylarda yaşanan açlık ve kıtlık sonucunda ortaya çıkan acı tablonun ağır gölgesi altında idrak ediyor olmaktan duyduğum üzüntüyü ifade etmek istiyorum.
Bu trajedi, dünyada yaşanan açlık ve yetersiz beslenme ile gıda güvencesi konusunu bir kez daha dünyanın en önemli gündem maddesi haline getirmiştir.
Somali’de yaşanan insanlık dramına Türkiye sessiz kalmadı. Başta Hükümetimiz olmak üzere devletin her kademesi ve diğer sivil toplum kuruluşları yanında TZOB olarak biz de elimizden geleni yapma gayreti içinde olduk ve tüm üyelerimizi bu kampanyalara katılmaya çağırdık. Bu konuda çok duyarlı davranan Türk milletine teşekkür ediyorum.
DÜNYA GIDA GÜNÜN ÖNEMİ
FAO, yüklendiği misyon çerçevesinde yıllardır çok önemli çalışmalar gerçekleştirmiştir. FAO, dünya ülkelerini açlık ve yetersiz beslenme konusunda uyarabilmek ve tedbirler geliştirebilmek amacıyla, 2050 yılına kadar dünyada gıda üretiminin %70 oranında artırılması gerektiğini ısrarla vurgulamaktadır.
Ayrıca, açlıkla mücadelede daha fazla gıda üretmenin tek başına yeterli olamayacağı, günümüzde dünya nüfusunu besleyebilecek miktarda gıda üretimi yapılmasına rağmen sorunun devam ettiği, bu bakımdan sorunun gıda üretimiyle değil, gıdaya erişimle ilgili olduğu da yine FAO kayıtlarında her fırsatta dile getirilmektedir.
AÇLIK VE YETERSİZ BESLENMEDE GELİŞMİŞ ÜLKELERİN ROLÜ
Burada, özellikle gelişmiş ülkelerin bu konuda yeterince hassas davranmadıklarına ve maalesef açlık ve yoksulluk üzerinden dünya siyasetine müdahale ettiklerinin görüldüğünü de belirtmek isterim.
ABD Dışişleri eski Bakanı Kissenger’ın “Petrolü denetlersen ulusları, gıdayı denetlersen insanları denetlersin. Gıda silahtır ve bizim müzakere çantamızdaki araçlardan biridir” sözünü hatırlamakta fayda vardır.
Bakınız. FAO 1996 Yılında Roma’da Dünya Gıda Günü Zirvesi’nde dünya liderlerini bir araya getirdi. Zirve sonucunda, dünyada 850 milyon insanın açlık veya yetersiz beslenmenin etkisinde olduğunu ifade eden ve bu rakamın 2015 yılına kadar yarı yarıya azaltılmasını öngören bir deklarasyon yayınlandı.
Buna karşılık, dünyada açlık ve yetersiz beslenmeden etkilenen insan sayısının 2010 yılında 925 milyona yükselmiş olduğunu görüyoruz.
FAO tarafından gerçekleştirilen bütün bu toplantılar, yayınlanan deklarasyonlar ve yapılan çalışmalara rağmen Somali’de yaşanan felaketin bir benzerinin her yıl başka ülkelerde de yaşanıyor olması çok ilginçtir. Bu durum, gelişmiş ülkelerin dünyada açlığı ortadan kaldıracak tedbirlerin alınması konusunda samimi olmadıklarını göstermektedir.
Somali’de ve dünyanın başka ülkelerinde her yıl yaşanan bu tür acı olayları dünya siyasetinden ayrı düşünmemek gerektiğine inanıyorum.
SOMALİ BU DURUMU NASIL GELMİŞTİR
Kanada’nın Ottawa Üniversitesinde İktisat Profesörü ve Küreselleşme Üzerine Araştırma Merkezi kurucusu olan Maykıl Çosudovski’nin bir çalışmasında; IMF ve Dünya Bankası tarafından “ekonomik reformlar” adı altında dayatılan “tasarruf tedbirleri ve önemli hizmetlerin özelleştirilmesini içeren politikalar” sonucunda Somali’de tarım sektörünün nasıl çökertildiği etraflıca ortaya konulmaktadır.
Somali, devam eden kuraklıklara rağmen, 1970’lerin sonuna kadar gıdada dışa bağımlı olmayan ve hatta ihracat gelirlerinin %80’ini canlı hayvan ihracatıyla karşılayan bir ülke idi. Bu tarihten itibaren Somali’de geniş tarım arazilerini kiralayarak ülkenin ihtiyacı olan gıda üretimi yerine, sadece dünya piyasalarına dönük ve tek ürüne dayalı (monokültür) üretim yapan büyük uluslar arası firmaların, bu ülkenin tarımında sıkıntıları başlattıkları bilinmektedir.
Bunu takiben, Somali’nin içişlerine ve ekonomisine uluslararası kuruluşlar kanalıyla müdahale eden ve ülkenin petrol kaynaklarını ele geçiren küresel aktörlerin, 1991 yılında başlayan iç savaş sonucunda bugünkü acı tablonun hazırlayıcıları oldukları da yine bu çalışmada ifade edilmektedir.
ABD ve AB gibi tarımsal üretim fazlası olan ülkelerin kendi üretim fazlalarını pazarlayabilmek için Somali gibi gelişmekte olan ülkelerin tarım sektörlerini ve ekonomilerini destabilize ettikleri bilinmektedir. Bunun yanında “gıda yardımı” adı altında bu ülkelere ücretsiz veya çok ucuz olarak verilen tarımsal ürünler iç pazarlarda yerini aldığında, üreticiler bu fiyatlarla rekabet edemediklerinden gittikçe tarım dışı kalmaktadır. Dışa bağımlılığın artarak devam etmesi sonucunda tarımsal üretimin giderek nasıl yok edildiği sözkonusu çalışmada gözler önüne serilmektedir.
Bu bakımdan, gelişmekte olan ülkelere “gıda yardımı” adı altında yapılan ve çöküntüye sebep olan bu tür yardımlar yerine, tarımı sürdürülebilir kılacak teknoloji ve finansman desteği sağlanmasının daha faydalı olacağını değerlendirmekteyiz.
DÜNYA GIDA FİYATLARINDAKİ DEĞİŞMELER
Dünyada gıda fiyatlarının artması, açlığı tetikleyen önemli faktörlerden biridir. Küresel ısınma, kuraklık, gelişmiş ülkelerin tarımsal ürünlerdeki ithalat-ihracat ve korumacı politikaları, talep miktarının artması, tarımda girdi fiyatlarının artması, tarım sektörüne yeterli yatırımın yapılmaması, tarım ürünlerinin biyo-yakıt üretiminde kullanılması gibi birçok etken dünya gıda fiyatlarını etkilemektedir.1975-2000 Yılları arasında temel gıda fiyatlarında önemli bir artış görülmemiştir. 2007 yılında yaşanan kuraklık ve diğer bazı küresel etkiler sonucunda ve 2008 yılında dünya genelinde temel gıda fiyatlarında çok büyük artışlar yaşanmış ve bu durum “dünya gıda krizi” olarak kayıtlarda yerini almıştır.
Dünya Bankası’nın son raporunda: “Gıda fiyatları, mevsim değişiklikleri, tsunami, deprem felaketleri, kuraklık ve terör olaylarıyla bağlantılı olarak fakir ülkelerin kaldıramayacağı boyutta artıyor. Dünyanın 80 gelişmekte olan ülkesi, kendine yeterli gıda maddesi üretemiyor, ihtiyaçlarını küresel pazardan sağlamak zorunda. Bu insanların gıda faturası yüzde elli arttı, buna karşılık gelirleri, yaşanılan küresel ekonomik kriz nedeniyle geriledi... “ denilmektedir.
Açlık tehdidi artık, belli bir coğrafya ile sınırlı olmaktan çıkmış olup, insanlığın geleceğindeki büyük çatışmaların yaşanacağının işaretlerini vermektedir.
Yaşanılan ekonomik kriz, beraberinde “küresel fakirleşmeyi” getiriyor. Buna karşılık dünya gıda fiyatları sistemli olarak tırmanıyor veya “tırmandırılıyor.”
Bugün AB ülkeleri bir yandan AB fonlarından en fazla sübvansiyonu almak için ihtiyaç fazlası üretim yaparken, diğer yandan da gümrük duvarlarıyla dışarıdan gelecek tarım ürünlerine karşı koruma politikalarıyla dünya gıda fiyatlarını yükseltmektedirler. Bu korumacı yaklaşım, tarımda avantajlı olacak bir çok ülkede tarımsal üretimi de yok etmektedir.
ÜRETİCİ NASIL KORUNABİLİR?
Bu fiyat dalgalanmaları karşısında üreticinin korunarak tarımsal faaliyetlerini sürdürebilmesi çok önemlidir. Dünyada her ülke kendi tarımını sürdürülebilir hale getirmeli, tarım ve ekonomilerini destabilize etmeye yönelik dış etki, politika ve müdahalelere karşı kendi üreticilerini ve tarım sektörlerini korumalıdır.
Gelişmiş ülkelerin yaptığı da aslında budur. Ancak, bu ülkeler kendi üreticilerini her şart altında ve her fırsatta desteklerken, gelişmekte olan ülkelerin de kendi çiftçilerini desteklemesini önlemek için Dünya Ticaret Örgütü, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslar arası kuruluşları araç olarak kullanmaktadırlar.
TARIMSAL ÜRÜNLERDEN BİYOYAKIT ÜRETİLMESİ VE GIDA FİYATLARINA ETKİSİ
Son yıllarda tarımsal ürünlerden elde edilen biyodizel ve biyoetanolün fosil yakıtlara belirli oranlarda katılarak kullanılması bütün dünyada teşvik edilmektedir. Türkiye’de de 19 Eylül 2011 tarihinde Enerji Piyasası Denetleme Kurulu (EPDK) tarafından alınan bir Kararla, 2012 yılından itibaren akaryakıtlara gittikçe artan oranlarda biyoyakıt katılması zorunlu hale getirilmiştir.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği olarak EPDK’nın bu Kararını olumlu karşıladığımızı geçtiğimiz Eylül ayı içerisinde kamuoyu ile paylaştık. Ancak, bu konuda gözardı edilmemesi gereken bazı hassasiyetlerimiz medyada gereği gibi yer almamıştır. Buna açıklık getirmek istiyorum:
Türkiye’de ve dünyada tarım sektörünün ilk hedefi gıda üretmek ve dünya nüfusunu beslemek olmalıdır. Ülkemizde ve dünyada gıda güvenliği sağlandıktan sonra, yani her insanın yeterli ve dengeli beslenebileceği bir üretim seviyesine ulaşıldıktan sonra, çevre ve doğal kaynaklarımızın da korunması kaydıyla, en karlı ve en ekonomik üretim dalı ne ise o dalda üretim yapılmasına kimsenin bir itirazı olamaz.
Bizim hassasiyetimiz, dünyada açlık ve yetersiz beslenme yaşanırken, tarım arazilerinin başka amaçlarla kullanılmaması konusundadır.
Bunu ifade ettikten sonra, öncelikle, biyodizel ve biyoetanol konusundaki kavram kargaşasını ortadan kaldırmak gereklidir.
Petrol benzinine katılan biyoetanol, şekerpancarı, patates, buğday gibi nişasta-şeker oranı bakımından zengin ürünlerden üretilmektedir. Biyoetanol üretimini, özellikle şekerpancarı üreticisini kota uygulamasından kurtaracağından olumlu buluyoruz.
Ancak, kolza, aspir, ayçiçeği gibi yağlı tohumlardan elde edilen ve petrol mazotuna katılan biyodizel üretimi konusunda çekincemiz vardır.
Şöyle ki,
2010 yılı itibariyle ülkemizin yağlı tohum ithalatı 2.7 milyon ton, bitkisel yağ ithalatı 816 bin ton ve bunların işlenmesi sonucu arta kalan küspelerin ithalatı ise 944 bin ton olarak gerçekleşmiştir. Bütün bu ithalat kalemlerine ödediğimiz döviz tutarı ise 2,3 milyar dolar’dır. İthalat miktarları ve ödediğimiz döviz miktarı her yıl artış göstermektedir.
Ülkemiz bitkisel yağ açığını ithalatla kapatırken, bu ürünlerin üretilebileceği arazilerin biyoyakıt hammaddeleri üretimine ayrılmasını düşünmek ve beklemek akıllıca bir politika olmayacaktır.
İhtiyacımız kadar yağlı tohum ürettikten sonra biyodizel üretimine de geçilmesi kimsenin zararına olmayacaktır. Ülkemizde gıda güvenliğini sağladıktan sonra biyoyakıt üretimine geçebilecek bir potansiyele ulaşabilmek için:
- Öncelikle tarımsal sulama yatırımlarına gereken ağırlık verilmeli,
- Suyun aşırı kullanımını önleyecek sulama teknik ve teknolojileri güçlü ve etkin bir şekilde desteklenmeli,
- Sulama suyunda kullanılan elektrik fiyatı en az %50 oranında sübvanse edilmeli veya başta mazot ve gübre olmak üzere, destekleme ödemelerinin artırılmalıdır.
TÜRKİYE TARIMININ YAPISAL SORUNLARI AŞILMALIDIR
Bu noktada ülkemiz tarımının önemli bazı sorunlarına da değinmek istiyorum:
Hububatta Bakanlığımızın Toprak Mahsulleri Ofisini müdahale kurumu olarak görevlendirmesi ve geçtiğimiz Eylül ayı başlarında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile ortak olarak lisanslı depoculuk şirketinin kurulmuş olmasını, hububatta sürdürülebilir üretim açısından çok önemsiyoruz.
1990’lı yıllarda önce Süt Kurumu ve daha sonra da Et ve Balık Kurumunun özelleştirilmesi sonucunda hayvancılığımızın içine düştüğü tablo, ister istemez Somali örneğini akla getirmektedir. Sonraki yıllarda devletin hayvancılık desteklerini önemli miktarda artırmasına rağmen süt ve kırmızı et sektörlerinde sıkıntılar hala devam etmektedir.
Bakanlığın, Et ve Balık Kurumunu devreye sokarak et ve süt sektörlerinde piyasayı regüle edecek bir müdahale kurumu oluşturmaya çalışmasını da memnuniyetle karşılıyoruz. Bu gelişme, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslar arası kuruluşların dayattığı her politikanın ülkemize hayır getirmediği ve getirmeyeceğinin anlaşıldığı sonucuna varmış olmamızı göstermesi açısından önemlidir.
Süt Kurumu ve Et Balık Kurumu örneklerinden şu noktaya da varıyoruz: Tarıma sadece ekonomik bir değer olarak değil, ulusal bir değer olarak bakılması, sürdürülebilir üretim koşullarının oluşturulması, eşit olmayan koşullarda, üreticimizin acımasız rekabet şartlarına esir edilmemesi gerekmektedir.
Bütün bunlara ilave olarak, sürdürülebilir tarımın en önemli ayakları olarak, Bakanlığımızın da gündemindeki şu önemli konuların da altını çizmek gerekmektedir:
- Doğal kaynaklarımızın korunmasında gerekli hukuki altyapı sağlanmalı,
- Tarım arazilerinin amaç dışı kullanılmasının önüne kesinlikle geçilmeli,
- Miras Hukuku ve arazi toplulaştırma çalışmalarına hız verilmeli, mevcut işletmelerin bölünmesi önlenmeli ve işletmeler ekonomik büyüklüğe ulaştırılmalı,
- Tarımsal üretimde kullanılan girdilerden KDV ve ÖTV’nin %1’e düşürülmeli,
- Ürün fiyatlarındaki dalgalanmalara göre dünya fiyatları ve maliyetler göz önüne alınarak esnek destekleme miktarı uygulanmalıdır.
BİYOTEKNOLOJİ VE GDO’LU ÜRÜNLERDE GELİŞMELER DİKKATLE İZLENMELİDİR
Biyoteknoloji ve GDO’lu ürünler konusunda insan ve çevre sağlığı konularında azami dikkat sarfedilerek teknolojik gelişmelerin dışında ve gerisinde kalmamaya özen gösterilmesini temel alan bir yaklaşım içerisindeyiz. Türler arasında gen aktarımının insan sağlığı açısından hiçbir risk taşımadığı, ancak başka canlılardan gen aktarımındaki risk unsurları konusunda hassasiyetle durulması gerektiği kanaatindeyiz.
TARIMSAL DESTEKLEME BÜTÇESİ ARTIRILMALIDIR
Tarım sektörümüzde ancak bir kısmına değinebildiğim bu gelişmelerin gerçekleştirilebilmesi için tarım sektörüne bütçeden ayrılan payın artırılması gerekmektedir. Rakamsal olarak her yıl az da olsa artış gösteren, ancak Gayri Safi Milli Hasıla içindeki oranı gittikçe azalan ve 2011 yılında %0.44’e kadar gerileyen tarımsal destekleme bütçesinin, Tarım Kanununda belirtildiği üzere Gayri Safi Milli Hasılanın %1’inden az olmayacak şekilde ve hatta %2’ler seviyesine çıkarılmasını, artan nüfusumuzun beslenmesini sağlayabilmek açısından çok önemli görüyorum.
Konuyu AB tarım sektörüne uyum açısından ele aldığımızda;
Hollanda’nın Wageningen Üniversitesi tarafından hazırlanarak 2005 yılında Tarım ve Köyişleri Bakanlığına sunulan bir araştırmada, Türk tarımının AB tarımına uyum sağlayabilmesi için 2006-2013 yılları arasında her yıl için tarım sektörümüze 13-14 milyar Euro’luk bir kaynak ayrılması gerektiği ortaya konulmuştur. Bu rakam, mevcut tarımsal destekleme bütçesinin yaklaşık beş katıdır.
Bu noktadan hareketle, Hükümetimizin tarıma bütçeden ayrılan payı öncelikle Tarım Kanununda belirtilen Gayri Safi Milli Hasılanın %1’inden az olmayacak bir seviyeye getirmesini, daha sonra da sektörün AB tarımına uyumunu sağlayabilecek düzeye yükseltilmesini beklediğimizi ifade etmek isterim.
TÜRK ÇİFTÇİSİ OLARAK ÖNÜMÜZDEKİ 25 YILDA HEDEFLERİMİZ
Zor şartlara rağmen, 74 milyon nüfusu ve 30 milyon turisti beslediği gibi ekonomiye 12 milyar dolar ihracat geliri sağlayan Türk çiftçisi olarak, yapısal sorunlarımız giderilerek rakip ülkelerin şartlarına kavuştuğumuzda, önümüzdeki 25 yılda hedefimiz şudur:
100 Milyonluk Türkiye nüfusuyla birlikte 50 milyon turisti besleyecek; 30 milyar dolar ihracat geliri ve ekonomimize 150 milyar dolar hasıla sağlayacak gıda üretimini gerçekleştireceğiz.
SON YAĞIŞLARIN ZARARLARI TELAFİ EDİLMELİDİR
Son günlerde Ege, Akdeniz ve Marmara Bölgelerimizde meydana gelen aşırı yağışlar, da dünyamızdaki iklim değişikliklerinin tipik bir örneği olduğunu değerlendiriyoruz. Öncelikle afetten zarar gören çiftçilerimize geçmiş olsun diyorum. Devletimizin de bizimle birlikte, çiftçimizin yanında olması bizleri memnun etmiştir.
Bu bölgelerimizde özellikle pamuk ve bazı tarla ve sera ürünlerinde zarar gören üreticilerimizin devlet bankaları ve özel bankalara olan kredi borçlarının faizsiz olarak ertelenmesini bekliyoruz.
KÜRESEL ISINMA VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNDE TÜRKİYE
Dünyada açlık ve yoksulluktan bahsederken, dünyada yaşam ve tarımsal üretim üzerindeki baskıları her geçen gün ağırlaşan Küresel Isınma ve İklim Değişikliği’ne değinmeden geçemeyeceğim.
Dünyada sanayileşmeye paralel olarak gittikçe daha tehlikeli boyutlara ulaşan küresel ısınmanın, dünyanın birçok bölgesinde yağış rejimleri ve buna bağlı olarak ürün desenlerinin değişmesine yol açtığı bilim adamlarınca ortaya konulmuştur. Kuraklık, sel, don gibi tabiat olaylarının olağan dışı zamanlarda yaşanıyor olması, iklimde yaşanan değişikliklerin artık gözle takip edilebilecek kadar arttığını göstermektedir.
Ülkemizin de bundan etkilenmemesi mümkün değildir. Yapılan araştırmalar, 2020 yılında Kuzey Yarımkürenin Akdeniz Bölgemize tekabül eden enlem dairesinde sıcak iklim kuşağının gittikçe 150-500 kilometre kuzeye doğru kayacağını ortaya koymuştur. Türkiye olarak bu gelişmeler doğrultusunda tedbirler geliştirmemiz gerektiğine inanıyorum. Bakanlığımızın bu konuda “Konya Toprak, Su ve Çölleşme ile Mücadele Araştırma İstasyonu Müdürlüğü” ile yine Konya’da Bahri Dağdaş Araştırma Enstitüsü bünyesinde kuraklığa dayanıklı çeşit geliştirme konusunda çalışacak olan “Kuraklık Test Merkezi” ni kurmuş olmasını takdirle karşılıyoruz.
Burada, Araştırma Enstitülerimiz ve Üniversitelerimizin yeni iklim şartlarına uygun ürün desenleri üzerinde şimdiden çalışmaya başlamaları gerektiğini ifade etmek istiyorum. Ayrıca, küresel ısınma ve iklim değişikliğinin getirdiği şartlar daha da ağırlaşmadan, her yıl ülke çapında çok hızlı ve etkin bir ağaçlandırma kampanyasının yürütülmesi gerektiğinin de altını çizmek istiyorum.
Dünyada ise, küresel ısınmaya sebep olan sera gazları salınımının öncelikle sanayileşmiş ülkelerde kontrol altına alınması ve bu konuda gelişmekte olan ülkelere finansman ve teknoloji desteğinin sağlanması gerekmektedir.
Bilim adamlarının yapmış olduğu araştırmalara göre;
l İklim değişikliğinin olumsuz etkileri Kuzey Amerika, Kuzey Avrupa ve Rusya’da dünyanın diğer kıtalarından daha az görülecektir.
l Dünya gıda üretiminde bu bölgeler daha avantajlı olacaktır.
l Kuzey bölgeler güneye göre daha avantajlı konuma gelecek,
l Kuzeyde sıcaklık artışıyla ürün deseni değişecek, güney bölgeler daha kurak olacak;
l Yağışlar daha da yoğunlaşarak afet şeklinde olacak,
l Yıl içindeki çok sıcak günlerin sayısında ve tekrarlanma ihtimalinde artış olacaktır.
l Mevcut kaynakların durumu daha da kötüye gidecektir.
l Güneyde daha fazla su sıkıntısı, sıcaklık stresi ve çölleşme görülecektir
l Orta Avrupa’da, kuzey ve dağlık bölgelerde daha fazla seller görülecektir.
Küresel ısınma ve iklim değişikliğine karşı neler yapılabileceğinin en güzel ifadesini Yüce Peygamberimizin bir Hadisinde bulmak mümkündür:
O, der ki,
“Kıyamet koparken sizden birinizin elinde bir hurma dalı bulunur da bunu kıyamet kopmadan dikmeye gücü yeterse, mutlaka onu diksin, bırakmasın.”
Şartlar ne olursa olsun üretim yapılmasını isteyen ve bu üretime değer veren bu güzel sözlerin ardından, dünyada neler yapılabileceğini de şöyle sıralamak mümkündür.
Dünyada neler yapılabilir?
l Başta gelişmiş ülkeler olmak sera gazı salınımını azaltmak üzere uluslar arası anlaşmalara uyulmalı,
l Gelişmekte olan ülkelere teknoloji ve finansman desteği sağlanmalıdır.
l Her ülke, küresel ısınmaya sebep olan sera gazları salınımını ve diğer riskleri azaltacak tedbirleri almalı,
l Düşük karbonlu enerji kaynakları kullanımına ağırlık verilmeli,
l Tarımda azot oksit ve metan gazı üretimi azaltılmalıdır.
Türkiye’de yapılabileceklere gelince;
l Her yıl dikebildiğimiz kadar ağaç dikerek iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini azaltmaya çalışmalı,
l Su ve diğer doğal kaynaklarımızı daha dikkatli kullanmalı,
l Çevremizi korumalı,
l Yeni iklim şartlarına uygun ürün desenleri üzerinde ar-ge çalışmalarına hız vermeli,
l Gıda ve suyu en stratejik konular kabul ederek tarım sektörümüzü dışarıyla rekabet edebilir bir seviyeye çıkaracak politikaları geliştirmeli,
l Sürdürülebilir gıda arzını da sağlayabilmek için;
l Kırsalda yaşam şartlarını iyileştirmeli,
l Çiftçiyi tarıma bağlayacak destekleme politikaları geliştirilmeli,
l Zor şartlarda üreterek 74 milyon nüfusu ve 20 milyon turisti doyuran, milli gelire 15 milyar dolar ihracat geliri sağlayan,
çiftçilerimizi korumalıyız.
Hangi coğrafya ve hangi ulustan olursa olsun, dünyanın bütün insanlarına krizlerden ve açlıktan uzak; refah ve mutluluk dolu bir gelecek diliyorum.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakan Yardımcısı Kutbettin Arzu da düzenlenen etkinliğin, bakanlığın yeni binasındaki ilk etkinliği olduğunu söyledi. Bakanlık olarak tarım sektöründeki sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri ve ilgili kuruluşlarla yakın işbirliği içinde çalıştıklarını dile getiren Arzu, birlikte hareket ederek Türk tarımını çok daha ileri seviyelere getireceklerini kaydetti.
Türkiye'nin son 8 yılda tarım alanında gösterdiği gelişmelere değinen Arzu, ''Tarım ihracatımız 4 milyar dolardan 13 milyar dolara çıktı. Gayri Safi Milli Hasıla’da 36 milyar dolardan 93 milyar dolara çıktı. Türkiye artık istikrarlı bir ülke haline geldi. Tarımımız çok daha iyi seviyelere gelecek'' dedi.
Arzu, gazetecilerin soruları üzerine her kurban bayramı öncesinde bazı spekülasyonlar yapıldığını, Türkiye'de kurbanlık ve et konusunda sıkıntı yaşanmadığını söyledi.
Türkiye'ye angus ithalinin söz konusu olmadığını ifade eden Arzu, Türkiye'nin et ve hayvan stoğunun yeterli olduğunu bildirdi.
FAO Türkiye Temsilcisi Mustafa Sinaceur ise Türk hükümeti ve Türk halkının Somali'de yaşanan gıda krizine büyük hassasiyet göstermesini saygıyla ve memnuniyetle karşıladıklarını söyledi.
Sinaceur, tüm ülkelerin, açlıkla ortak mücadele etmesi, gıda güvensizliğini tamamen ortadan kaldıracak adımları bir an önce atmaları gerektiğini bildirdi.
FAO olarak TZOB ile dayanışma içinde çalıştıklarını anlatan Sinaceur, bu kapsamda Türk çiftçilerine tarımsal eğitim verilmesi, bilgi paylaşımı, ortak faaliyetler düzenlenmesi gibi konularda işbirliği içinde olduklarını bildirdi.
Konuşmaların ardından FAO Türkiye Temsilcisi Sinaceur ile TZOB Genel Başkanı Bayraktar, Türk çiftçisinin sosyal ve ekonomik gelişmesine katkı sağlamak için ortak çalışma ve işbirliğini geliştirmeye yönelik mutabakat zaptını imzaladı.
Bakan Yardımcısı Arzu ile FAO Türkiye Temsilcisi Sinaceur, tarıma desteklerinden dolayı TZOB Genel Başkanı Bayraktar’a, Nazilli ve Çevresi Tarımsal Kalkınma Kooperatifi Başkanı Ahmet Ertürk ile Ankara Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aziz Tekin'e FAO madalyası verdi.
Konferansın ardından Bayraktar, Arzu ve Sinaceur, Bakanlığın içindeki çeşitli illerin ziraat odaları tarafından açılan stantları gezdiler.